Geçen yazımızda yeni yapılan camiler için umumî mülâhazalar serdetmiştik. Bu yazımızda tatbikatlar ve tatbikatlarla İslâmî emirler arasındaki bağlar üzerinde durmak istiyoruz.
A) BETONARME KARKAS BİNA MODASI:
Betonarme karkas bina neden yapılır? Bu sual çok kısa ve açık olarak şöyle cevaplanabilir: Gayet kıymetli ve dar bir arsa üstüne, en az yer kaybederek, mümkün olduğu kadar çok oda veya dükkân sığdırarak, alabildiğine yukarı doğru yükselmek için. Dikkat edilirse burada bir ticaret ve yer menfaati vardır. Bina ne kadar pahalıya çıkarsa çıksın mühim değildir. Yeter ki çok oda veya dükkân versin. Cami için durum böyle midir? Camiler daracık yerlere sıkışmış ticarî binalar olmadığına göre, HAYIR… Öyle ise betonarme karkas inşaat bir şart olmuyor.
Acaba betonarme ile yapılan binalar daha mı kullanışlı oluyor? Vaziyete bu taraftan bakalım: İnşaat betonarme olunca, tabiî duvarlar gayet ince, pencereler istediğimiz kadar büyük olabilecektir. Yine, bir apartman veya iş hanı ile camiyi karşılaştırırsak… Cami, dört duvarı ve üst örtüsü ile soğuk havaya temasta olan yekpare bir mekândır. Biraz daha hususi bir tabirle cami, beş tarafından birden üşür. Ama apartman, odaları sadece bir veya köşelerde iki yüzlerinden üşürler. Yani şartlar çok başkadır. Her tarafından soğuk hava ile sarılmış bir bina, ayrıca incecik duvarlarla soğuktan nasıl korunacaktır? Betonarme ise, ince duvar yapmak için tatbik edilen bir sistem olduğuna göre, bu tatbikatın lüzumsuzluğu barizleşmektedir.
Betonarme binalarda önde gelen gayelerden biri de, çok büyük pencere veya vitrinler elde edebilmektir. Camilerde ise hiçbir zaman büyük pencerelere ihtiyaç yoktur. Cami pencereleri ancak ışık ve havalandırma işine yarar. İçerden dışarıyı veya dışarıdan içeriyi seyretme işine yaramaz. Memleketimiz ışık olarak yaz ve kış gayet zengindir. Size bir ölçü olmak üzere şu misal verilebilir; 20 x 20 metrekare ebadında bir caminin her duvarında l x 2.lik ikişer pencere bulunsa, yani böylece yekûn 8 adet pencere olsa, gündüz aydınlatma işi gayet rahat hallolmaktadır. Bundan daha fazla ve büyük bırakılacak pencereler, kışın camiyi üşütürken, yazın da caminin içindeki halıların yanmasına sebep olmaktadır. Çok ve büyük pencere ihtiyacı olmadığı meydandadır. Böylece betonarme tekniğine, bu bakımdan da ihtiyaç yoktur.
İşin mühim taraflarından biri de, betonarme karkas binaların, yığma binalara nazaran çok daha pahalıya mal olmasıdır. (İsraf haramdır.) hükmü göz önüne alınınca, durum daha açık olarak ortaya çıkmaktadır.
Eski camilerin yazın serin, kışın ılık hava durumu ortada olduğuna göre, lüzumu kadar büyüklükte pencerelerle donatılmış, kalın duvarlı yığma cami binaları, hava şartlarına ve ekonomi esaslarına daha uygun düşmektedir. Hemen şunu da belirtelim: Yığma bina yaparken, takviye olarak betonarmenin bütün imkânlarından istifade etmek de lâzımdır. Bunu bir kenara atamayız. Hatılları, kirişleri, döşemeleri betonarme yapmak mecburiyeti vardır. Ayrıca, çok değişik ve çok büyük ebattaki bir caminin de betonarme karkas yapılması icap edebilir. Bunu mimar ve mühendislerin takdirine bırakmak icap edecektir. Biz burada, orta ve küçük ebatlardaki camilerden bahsettiğimizi hatırlatalım.
B) CAMİLERİN KUBBELERLE ÖRTÜLMESİ;
Eski inşa tekniğinde geniş mekânlar kubbeden başka bir şeyle örtülemezdi. Bugün de, yine en rahat, kubbe ile örtülüyor. Sadece biz mimarlar, kubbenin adını değiştirdik. Artık ona «kabuk» diyoruz; büyük Batılı ustalarımız «kabuk» dediği için! Fakat adı ne olursa olsun, büyük cami yapılarında mekânlar yine kubbe ile örtülecektir, ama küçük camilerde kubbeye ihtiyaç yoktur. Eskiden de yapılmazdı. Düz çatılı bir cami de, pekâla, iyi bir yararlanma ile, bir şaheser olabilir.
Büyük yapılarda kubbe kullanmak uygun olabilir. (Fakat kubbe ta temelden başlayarak inkişaf eden bir inşaat düzenidir.) Onun birçok problemi vardır. Betonarme tekniğinin verdiği bazı imkânları kullanarak büyük israflarla, her şeyi kubbe tekniğine ve estetik düzenine ters kubbeler yapmak, uygun olmasa gerektir. Kubbe yapmak gerektiğinde, muhakkak, kubbeyi, onun estetiğini, statiğini, konstrüksiyonunu bilen bir mimarın projelemesine ihtiyaç vardır. Ayrıca inşaat devamınca da kontrol zarureti devam edecektir.
C) KUBBELERİN DIŞ TECRİDİ :
Diğer bir acı gerçek de şu: Gelişigüzel kubbeler yapıldıktan sonra, üstüne bir siyah bitüm tabakası sürülüp, öylece bırakılıyor. Soğuk ve sıcak tecridi zaten düşünülmüyor. Fakat bitüm, yağmura ve güneşe açıkta ne kadar dayanır? Bir müddet sonra, bozulan tecridi geçen rutubet, kubbe cidarına nüfuz ediyor. Muazzam camilerin ve kubbelerin gayet ağır maliyetlerine dayanan cemaatimiz; kubbelerin kurşun, alüminyum, polyester gibi dış tecrit örtüsünün parasına katlanamıyor. Bu örtünün parası, cemaate fuzulî gibi geliyor. Fakat şimdi yazacağım husus, müslümanların mesuliyetlerini biraz daha arttırıcıdır. Dış tecridi yapılmamış bir kubbenin içine, alabildiğine harcamalarla yazılar yazdırılıp, nakışlar yaptırılıyor. Tabiî ki bu yapılan işler kısa bir müddet sonra, maalesef, üstten sızan rutubetle bozulup gidiyor. Biz burada yine İslâm’ın müthiş hükmünü ortaya getireceğiz: İsraf haramdır. Şimdi akla gelen en açık yol şu olsa gerektir: Ya kubbeyi yapmamak, yahut da kubbenin getirdiği bütün mecburiyetlere katlanmak.
D) AVİZELER :
Yeni camilerimizde en dikkati çeken yanlardan biri de avizeler oluyor. Bizde camilerin elektrik öncesi gece aydınlatmaları kandillerle yapılmıştır. Halbuki o zaman mumlar da bilinirdi, fakat asla kullanılmazdı. Sebep çok açık ve basittir: İslâm’ın (Sizden Olmayanlara benzemeyin.) hükmü, mumların da Hristiyanlar için MUKADDES SEMBOL olmaları… Kiliselerin içi, Hristiyan evleri, bugün – elektrik devrinde – bile mumlarla doludur. Hristiyan’lığın muma verdiği bu acayip mukaddeslik, İslâm mimarlar tarafından nazara alınmış, ve mum camilerde bir aydınlatıcı olarak kullanılmamıştır. Bizde aydınlatma yağ kandilleri ile olmuştur. Eski mimarlarımız kandili de çok ustaca bir mantık içinde kullanmışlardır. Kandilleri taşıyan demir çubuklar gayet ince tutulmuş, kandiller yine gayet ince zincirlerle bu çubuklara asılmıştır. Kandil fanusları seyrek olarak dağıtılmış, böylece gündüz, cami mekânının kapanması önlenmiştir. Kandil fanusları bir araya toplanıp avizeler teşkil edilmemiştir.
Kiliselerde binlerce mumun meydana getirdiği ve kristal parçacıkları ile süslemiş avizeler, mekânın ortasından sarkmaktadır. Şimdi aynı espri içindeki avizeler yeni yapılan camilerimizi dolduruyor. Muma benzetilmiş elektrik ampulleri, kristale benzetilmiş naylon parçacıklarla kubbelerden aşağı salkım salkım sarkıyor. En olumsuz yanları da caminin tam ortasında, müezzin ile imamın arasındaki görüş irtibatını kesmeleridir.
E) HOPARLÖRLER:
Devrimizin en acayip modalarından biri de muhakkak ki hoparlördür. Hoparlör, herhalde, sesin duyulmadığı yerlere ulaştırılması için icat edilmiş ve halen de o maksat için kullanılmaktadır. Fakat bizim yeni camilerde bu iş biraz fazla mübalâğalı olarak kullanılıyor. Bir sineğin vızıltısının bile duyulduğu küçücük bir cami bile, en güçlü amplifikatör ve hoparlörlerle donatılıyor. Hiç lüzum olmayan o kadar çok yere hoparlör yerleştiriliyor ki, İslâm’ın yukardan beri tekrar ettiğimiz «israf haramdır» hükmünü hatırlamamak elden gelmiyor.
F) NETİCE:
Yeni yapılan cami inşaatlarında, asıl yapılması gereken birçok hususlar çok defa ihmal edilirken, yapılması ile yapılmaması arasında hiç fark olmayan hususlarda oldukça ileri varan israflara varılmaktadır. Hatta hiç yapılmaması gereken birçok hususlar da ısrarla yapılıyor. Böylece İslâm’ın emirleri ile inşaatlar arasında birçok noktalarda karşılaşmalar meydana geliyor. Yapılan hayırlar, hatalı küçük detaylarla tehlikeye girebiliyor.