Sayın Fatma Ülger…
Özellikle sizin hocamın kızı olmanıza çok sevindim.
Herkesin olduğu gibi benim de yaşamıma yön veren ve model olmuş insanlar vardır. Ancak burada çok önemli bir fark var. Örnek aldığınız insanlar her zaman yakınınızda olmayabilir. Hocam bana çok yakındı. Daha ne olsun 4 yıl öğretmenimdi. (1965-1968). Daha sonra da aynı okuldaydık ama ben lisede Almancayı seçmeli ders olarak seçmiştim.
Hocam çok özel bir insandı. Bana göre en belirgin özelliği çok dingin ve sakin olmasıydı. Çok ağır başlıydı. Güldüğünü pek hatırlayamıyorum. Sevecendi ama çok sıcak ilişkiler kurmazdı. Belki bu tavır öğretmen olmasından kaynaklanıyordu. Bir de kendi gönül ve düşün dünyasında çok meşguldü. Sanki öyle bir hali vardı ki iki ayrı yaşamı vardı. Birisi sürekli düşünen tefekkür yapan ve ortalama insanların hal ve tavırlarından ayrı olarak ayrı bir dünyası vardı. Sizinle konuşuyor mesleğini icra ediyor ama bu günlük tavır dışında kafası hep başka bir boyutla ilgili ve meşgul gibiydi. Kendine özel yaşam anlayışı ve bunun dışa yansımaları vardı. Örneğin yakasız kendi tasarımı olan ceket ve gömlekleri. Kravat takmazdı. Japonlardan çok söz eder ve onların konservatif oluşlarını överdi. Hep Japonlardan örnekler verirdi. Bir ülkenin ilerlemesi ve teknolojiye ulaşması için illa da batılı yaşam değerlerini ve yaşam biçimini tatbik etmemiz gerekmediğini vurgulardı. Özümüze ve geleneklerimize bağlı kalarak da gelişebileceğimizi ve teknolojiye bilime sahip olabileceğimizi anlatırdı. Bunun en çarpıcı örneğinin de Japonya ve Japonlar olduğunu söylerdi. Türk-Osmanlı kültür ve sanat anlayışına çok hakimdi. Somut sanat anlayışına karşı idi ve soyut bir sanat anlayışı vardı. Örneğin minyatür sanatını çok severdi ve simgesel ögelerin kullanılmasına ağırlık verirdi. Örneğin insanın olduğu gibi resmedilmesine veya heykelleştirilmesine karşı olduğunu sanıyorum. Ben şu ana kadar onun bize öğrettiği tarzda resim yapmayı öğrencilerini yönlendiren başka bir resim öğretmenine rastlamadım. Birçok resim sergisine gidiyorum ve resmi takip etmeye çalışıyorum ama bizim o yıllarda yaptığımız resimleri çağrıştıran resimlere henüz rastlamadım. O resimler ki dünya yarışmalarında derece aldılar. Özellikle bir tanesini hatırlıyorum. Bizden 2 veya 3 sınıf daha büyük bir ağabey Hindistan’da yapılan bir resim yarışmasında dünya birincisi olmuştu. Bu ağabeyin ismini yıllıktan bulabilirim.
Gelenek ve göreneklerimize köklerimize bağlı olmamızı ister, tarihimizle meşgul olmamızı ve gurur duyacak çok şey olduğunu anlatırdı. Başkalarına benzemek değil de kendimiz olmamız gerektiğine inanırdı. Kendimizde kalarak kendimize ait bir kimlik yaratmamız gerektiğine inanırdı. Daima yaratılış gayemize uygun davranışlar ve anlayış içinde olmamızı istiyordu. Büyük eserlerin ancak ruhumuzdan bir mükemmellik taşıdığı takdirde büyük eser olabileceğini ima ederdi. İnanç sahibi insanların büyük eserler verebileceğini söylerdi. Bana göre de başka türlü olamaz.
Hayranlıkla izlediğimiz dünya üzerindeki tüm eserler kimin eseri olursa olsun bir adanmışlığın ve derin bir inancın ortaya çıkardığı eserlerdir. İşte taç Mahal, Süleymaniye, Ayasofya, Selimiye vb. Yüzeysel duygu ve inanışlar büyük eserlerin ortaya çıkmasına yol açmaz.
Hocamın sanat gücünü takdir etmek bizim gibi sıradan insanların haddi olamaz bunu ancak aynı görüş ve düşüncedeki sanat adamları, sanat tarihçileri ve eleştirmenleri, bu konudaki bilim insanları yapabilir. Ancak tüm eserlerinde hocamı hissedebiliyorum ve bana çok keyif veriyor. En son oğlumun Kayseri’de askerlik hizmetini yapmasından dolayı geçen ay Kayseri seyahatimde oradaki muhteşem eseri olan Bürüngüz Camii’ni ziyaret ettim. Dualarım inşallah manevi dünyasına ulaşmıştır. Ayrıca Eskişehir’de benim oturduğum Kurtuluş Mahallesinde (Alanönü semtine yakın) yapmış olduğu bir cami vardı. Yazılarda ona rastlamadım. Aslında tüm mimari eserlerinin tam bir listesini yayınlamakta fayda var sanıyorum. Hatırladığım kadarı ile daha Mimarlık fakültesini henüz bitirmeden yaptığı ilk eser Eskişehir’deki Tepebaşı’ndaki Camidir.Yanılıyor muyum? Biz o dönemde Tepebaşı’ndaki Maarif Koleji’nde öğrenci idik.
Ayrıca mimarlık öğrencilerinin hocamızı tanımaları sağlanmalıdır. Hatta hocamın sanatı bir doktora tezi ile bile incelebilir. Yani bir doktora ya da yüksek lisans tezine konu edilebilir. Sanat tarihçileri de inceleme konusu yapabilirler. Ne yazık ki ülkemizde bu kadar çok cami yapılıyor ama bana göre %99’u bir mimari sanat değeri taşımıyor. Hocamın zaten farkı bu noktada idi. Hocam camilerin birer mimari sanat değeri taşıması gerektiğine inanıyordu gibi geliyor bana. Osmanlı döneminde yapılan ve sanat değeri taşımayan bir tek cami olmadığını sanıyorum.Mimari değeri olmayan ve bu bir kurulca onaylanmayan cami projeleri uygulamaya sokulmamalı.Bu konuda girişim yapılabilir.Yani bir cami projesi sanıyorum belediyeden ruhsat alınca inşa edilebiliyor. Halbuki bu konuda uzman bir sanat kurulunun onayı da alınmalı. Yani kısaca cami güzel olmalıııııııııııııııııııııııııııııııııı. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Cami yapımının tabi olduğu düzenleme bir otel, bir ev vs gibi diğer mimari yapılarla aynı olmamalı. Çok kötü mimari yapıda camiler yapılıyor. Cami yapmış olmak için cami yapılıyor. Bizim insanımız bundan daha mükemmellerine layık. Cami sizi içine çekmeli. Anlatabiliyor muyum? Bu alanda bir başıboşluk var. Cami yapmak zor olmalı. Zaten bana göre ihtiyaçtan fazla cami var. Bu sayede mimarlarda bu konuda kafa yormaya başlarlar. Hocamın ekolünden takipçileri çoğalır. Hocama bu şekilde hizmet etmeliyiz ve hatırasını yaşatmalıyız. Hocam yolu açmıştı ama devamı gelmediğine inanıyorum.
Yanlış hatırlamıyorsam Hocam bir dönem Milli Selamet Partisi’nden milletvekili adayı olmuştu. Bunun ertesinde de onu maalesef kaybettik ve kalp rahatsızlığı nedeniyle vefat ettiğini duymuştum. İnsanlar ölümsüz eserleriyle var olurlar. O hep yaşıyor. İnancımıza göre insanlar ölümlüdür ve amel defteri ölümü takiben kapanır ancak eminim ki hocamın sevap defteri açık kaldı. Verdiği bu eserler insanların hayırlı bir hizmetinde ve siz evlatları da bir o kadar hayırlıdır. Böyle insanlar mecazi olarak ifade etmekte bir sakınca yok ölümsüzleşmişlerdir. Hocam da öyle. Hocamın ailesi hakkında hiç bir bilgimiz olmadı. Kaç kardeşsiniz?
Bir kez hafta sonu töreninde okulda ben törene katılmadım ve sınıfın bulunduğu katta bir odada birlikte sohbet ettik o da törene katılmamıştı. Bana törene neden katılmadığımı sormuştu. Ben de bir şeyler anlatmıştım. Mehter takımını ve müziğini çok severdi. Onların hareketlerini ve kıyafetlerini anlatırdı. Eserlerinin bir çoğunu bilmiyorum ama sanırım Eskişehir’deki Reşadiye Camii başyapıtı. Size göre ve sanat adamlarına göre hangisi başyapıt olarak kabul ediliyor? Mimar Sinan’dan esinlendiğini tahmin ediyorum. Onun eserlerini çağrıştırıyor. Tabii ki eser verdikleri zaman ve iklim çok farklı. Bu eserleri çok farklı bir dönem ve iklimde vermesi tabii ki şaşırtıcı. Hocamın her şeyi kendine özgü idi. Ekol adamıydı. İnançları uğruna yaşamış ilkeli bir insandı. Sanat ve fikir adamıydı.İkimiz de Tercüman Gazetesi okurduk.
Hocam değerli bir öğretmenim ve insandı. En azından özümü terk etmememi sağlamıştır. Resmi hala seviyorum. Ruhu şad olsun. Sizlere de sağlıklı ve başarılı bir yaşam diliyor, hocamın aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Sanal ortamda da olsa sizinle karşılaştığım ve tanıştığım için çok mutlu oldum. Görüşmek dileği ile.
Op.Dr.İrfan Dönmez
02 ocak 2012