Bir Dahinin Yaşam Serüveni
Resim Öğretmeni Cevat Ülgen, Malatya’daki tarih zenginlikler yanında oldukça güzel sosyo-kültürel bir atmosferle karşılaşır. Kendi uğraşıları yanında Said Çekmegil’in “Siyaset Anlayışımız, Ahlak Anlayışımız, İman Anlayışımız, Diyalektik Reçeteler, Gelenek ve Gelenekçilik, Çağ Dışı, Vahye Göre Büyük Zulüm, İnsanlık Anlayışımız, Dünya İslam Devleti, Kur’an’a Muhatap Olmak ve Engelleri, Nasih – Mensuh Masumiyet ve Recm, İslâm’ın Gerçeği, Düşünceler Düşledim Limon Ağacı, …” gibi eserlerinin kitap kapaklarının tasarımın ve meslektaşı M. Ziya Ünsel’in “Mutlu Güney, Yeşil Malatya…” gibi kitap kapaklarının tasarımlarını yapmıştır. Sanattan anlayanlar, o kapak tasarımlarının birer sanat harikası olduğunu söylemektedir.
Gerek Said Çekmegil ile, gerekse de M. Ziya Ünsel’le dostlukları yaşamının sonuna kadar devam etmiştir. Ülger Malatya’yı çok sevmiştir. Fakat onun gönlünde yeni ufuklar ve yeni projeler vardır. Bu nedenle Eskişehir’e giderek o projelerini gerçekleştirmeyi düşünür. Düşüncelerini Çekmegil’e açtığında memnuniyetle karşılar. Eskişehir ve özellikle oranın ilçesi Mihalıcık’a tayininde Çekmegil ve Sazaklar’ın rolü olup olmadığ bilinmez. Fakat o yöreyi tanıyan birisi olarak Mihalıcık’ın Emin Sazak’ın memleketi olduğu göz önüne alındığında bu sorunun cevabı ”evet” olmalıdır.
Sıra Dışı Bir Öğretmen 1959 yılında Mihalıcık Lisesi, Resim ve Sanat tarihi öğretmenliğine atanır. Orada öğret-menlik görevini yaparken, bir yandan da resim ve sanat çalışmalarına devam edecektir. Eşi Türkan hanımda evde kurdukları halı tezgahında halı dokumaya devam ederler. Okuldaki öğrencileri arasında “Ersin Nazif Gürdoğan” da bulunmaktadır. Gürdoğan, Daha sonra yazar ve akademisyen olarak Türkiye’de belirli bir yere gelecektir. İlk estetik, sanat kültür ve düşünce anlayışını o yıllardaki hocası, Cevat Ülger’e borçlu olduğunu belirtir.(İki Dünyanın Hesaplaşması s.26)
Mihalıççık’ta çocukluktan itibaren kendisine yol arkadaşı olarak seçtiği bir gönüldaşı-, resim öğretmeni Mustafa Kırkıncı’da bulunmaktadır Onunla beraber resim çalışması yanında bol bolda sohbet etme fırsatı yakalar.. İlerleyen süreçte Eskişehir^de bir resim atölyesi kurarlar. Ülger tasarladığı hedeflere doğru emin adımlarla ilerlemektedir. İlk kişisel resim sergisini İstanbul “Taksim Sanat Galerisinde” açar. Sanat çevrelerinde oldukça ilgi gören sergi hakkında Akşam ve Cumhuriyet Gazetelerini sanat sayfalarında bir çok makale ve yazı yayımlanır. Sanat eleştirmenleri sergiden övgüyle bahseder.
1960 yılında yayın hayatına başlayan Sezai Karakoç’un“Diriliş Dergisi”nin yazar kadrosunda Said Çekmeğil ve Cevat Ülger de bulunmaktadır. Ülger’in Sanat ve kültürel çalışmaları yanında musiki konusunda da önemli uğraşıları olmuştur. Musikiye aşinalığı Gazi Eğitim Enstitüsünde okuduğu yıllara dayanır. Çalışma anfileri müzik bölümüyle komşudur; bol, bol orada çalınan melodileri dinleme fırsatı bulur. O bölümde okuyan arkadaşları vasıtasıyla bağlama çalmayı ilerletir. .Esasen bağlama merakı Bolu Öğretmen okulu yıllarına uzanmaktadır. 1960’lı yılların başlarında Ankara Radyosu Bağlama Takımı’nda bağlama sanatçısı olarak altı ay kadar görev alır. Bununla da yetinmeyerek bir kaç defa gençlere bağlama kursları düzenler.
1961 yılında gönül dostu Mustafa Kırkıncı bir trafik kazasında yaşamını yitirir. Oldukça derin acılar ve sarsıntılar yaşayan Ülgen eşinin desteği ile toparlanarak kendisini sanata verir. Mihalıcık’tan Eskişehir Atatürk lisesine, oradan Yasin Çakır Kız lisesi ve son olarak ta Maarif Kollejine Sanat Tarihi ve Resim öğretmeni olarak atanır. Eskişehir’de birçok vitray, rölyef, soyut heykel, süsleme, mağaza dekorasyonu, vitrin düzenleme uygulamaları yapar. Bir yandan da resim atölyesinde resim çalışmaları devam etmektedir. Sosyal ve edebi faaliyetler paralelinde “Eskişehir Milliyetçiler Derneği” başkanlığını da yapar. Bu arada pek çok dergide yazıları yazmaktadır. O, Maarif Kolejin sıra dışı bir öğretmenidir. Resim dersinde çocuklara, “ isteyen resim yapsın isteyen de “Tommiks ,Teksas” okusun” diyecek kadar aykırı bir öğretmendir. Okulda eften, püften nedenlerle pek çok defa tahkikat geçirir, ama aldırmaz.
Sıra Dışı Bir Mimar
Cami Mimarlığı tutkusu depreşerek, “Osmanlı Mimarlık Bürosu” ismiyle bir büro açar. Eskişehir’de Reşadiye ve Tepebaşı camileri, İstanbul’da Küçüksu Camii, Kayseri’de Bürün-güz Camii, Osmanlı Mimari tarzından yararlanılarak yapılmıştır. Cami detaylarında ise estetik ve sağlamlık gözetilerek modern malzeme ve çağdaş teknikler kullanmıştır. Eskişehir dışındakileri görmedim. Anacak diğerlerini de onlarla kıyasladığımda nadide eserler vücuda getirdiğine inanıyorum.. Reşadiye Camii proje çalışmaları yanında,. tüm detay projeleriyle doğrudan ilgilenmiştir Minber, kürsü, müezzin mahfeli, balkon korkulukları, kapı kitabesi ve diğer teczinatı görülmeye değer estetik ve güzelliğe sahiptir. Bu eserlerle beraber dalga dalga ünü tüm Türkiye’ye yayılmaya başlamıştır. İş yoğunluğu nedeniyle Büroda birkaç mimar ve teknik ressam çalıştırmak zorunda kalır. Daha sonra büroyu genişleterek, bir kültür ve sanat merkezi konumuna getirmiştir.. Böylece Malatya’da Said Çekmeğil’den öğrendiği sohbet halkasını Eskişehir’e taşımış olur.
Çalışmaları gittikçe yoğunlaşımıştır. Eskişehir‘de Esentepe, Bahçelievler, Seyit Hoca, Şirintepe, Üç Çanaklı, , Akarbaşı, Şeker Evleri, Ebe Fethiye, Sümer Evleri, Orhangazi, Çifteler, Tepebaşı Cami’lerinde… Kütahya’da Domaniç, Kuruçay, Tunçbilek, Tavşanlı Camilerinde…Ankara Abidinpaşa Camii, Bozüyük’te, Trabzon’un Çaykara İlçesi’nde, Hatay’ın Kırıkhan İlçesi’nde, Balıkesir ile Konya’ merkezde Konya’nın Ilgın ve Kadınhanı İlçeleri’nde cami, han, hamam, otel, kaplıca, tatil sitesi, projeleri yanı sıra; mihrap, minber, minare, şadırvan, dekorasyon, tezyin ve tezhip çalışmaların ve inşaat uygulamalarını yürütmüştür .Bu çalışmaları ile “ Eskişehir Okulu”nu kurmuştur. O ekol günümüzde de Eskişehir’de varlığını devam ettirmektedir. Çalışmaları Eskişehir’deki bazı mimarların tepkisini çekerken, sıra dışı öğretmenliği de okul idaresinin ve Mili Eğitim Bakanlığının tepkisini çekecektir.
İlginç Bir Ressam
1965 Yılında 18-30 Ocak tarihlerinde ikinci sergisini “Beyoğlu Belediyesi Şehir Gale-risi”nde açar. O yıllarda yazar Rasim Özdenören İstanbul’da öğrencidir. Bir arkadaşı ile beraber ,”Yeni İstiklal Gazetesi”nde sanat sayfası düzenlemektedir.Gazete sahibi, “Cevat Ülgerin resim sergisi açtığını bildirerek ziyaret edip bir söyleşi yapmalarını” ister.. İki arkadaş galeriyi ziyaret ederek, kendilerini tanıtırlar Hep beraber sergi gezilir. Sonra kısa bir söyleşi yaparlar. Genç gazetelerin gözü resim sergisinde sergilenen halılara takılır. Diğer resim sergilerinde rastlamadıkları bir nesne olduğundan çalışma hakkında bilgi isterler. Ülger başlar anlatmaya , “Resim; çerçeve ile sınırlı, küçük bir satıh üstünde mücerret fanteziler halinde kalıyor, mutlak olarak hayata girmiyor. Biz resmi halı motifleri ile hayata sokmak istedik. Ama ne dereceye kadar muvaffak olduğumuzu bilemem. Teknik olarak halıların eskizlerini hazırlayıp hususi model kağıtlarına geçiririz. Sonra ısrarlı bir kontrol altında işçilere dokuturuz. Halılar Isparta kalitesindedir. Bir tanesini bizzat dokumak suretiyle halı dokuma tekniğinin inceliklerine de varmaya çalıştım. Böylece her resmin halıya tatbiki ile iyi neticeler alınamayacağı, halı için ayrı resim düşünmek icap ettiği neticesine vardım.” Başka sorularda yöneterek fotoğraflar çekerler. Röportaj o günlerde Yeni İstiklal gazetesinde yayınlandığı gibi, daha sonra Ülgen’ vefatı sonrası Rasim Özdenören’in bir yazısı ile beraber Mavera Dergisinin 1977 Ekim sayısında yayınlanacaktı.
Sergiye basın oldukça büyük ilgi gösterir , “Yeni Gazete”, sergilenen halının fotoğraflarını yayınlayarak, nadide bir sanat eseri olduğunu belirtir.. Yine Akşam Gazetesi, Kim dergisi, ve Meydan sergiyi fotoğraflayarak haberleştirir. Bu sergiler pek çok amatör ressamı motive etmiş olmalıdır. Nitekim Eskişehir Maarif kolejlinde yetiştirdiği örgencilerinden bazıları resim konusunda üniversite eğitim alarak resim öğretmeni ve bazıları da uzmanlaşarak ressam olmuştur. Aralarında ulusal ve uluslararası sergilerde derece alanlar olur. Günümüzde de Eskişehir’de resim ve mimarini gelişmiş olmasında Cevat Ülgen hocanın oldukça büyük katkısı vardır.
Bir Müzik Sevdalısı
Cevat Ülger’in Musiki çalışmaları Ankara radyosuyla sınırlı değildir. Eskişehir’e bir kaç defa getirttiği Mehter Takımı ve Kastamonu’nun “ Karayılan Davul Zurna Ekibi”nin verdiği konseri şehirde mili musiki rüzgarları estirmiştir.Bundan daha ileri giderek içlerinde Eskişehir’in meşhur “Bülbül Hafızı (o tarihlerde meşhur değil) ”nda bulunduğu bir İlahi grubu oluşturarak Fuzulu’nin “Su Kasidesi” Dede Efendinin ve Itrı’nin bestelerini çalıp icra etmişlerdir.
Bütün bunlardan daha da öte: 1965 yılında Eskişehir Odun Pazarındaki Kurşunlu Caminde birkaç Ramazan ayında Cumhuriyet döneminin bir ilkini gerçekleştirmiştir. İsmail Bülbül ve ekibiyle Osmanlı Döneminin çeşitli makam ve kıratlarda yapılan okumalarla “Enderun Usulü Teravih Namazı” kılınmasını sağlamıştır. İsmail Bülbül, nam-ı diğeri Bülbül Hafızın sesini ilk keşfeden olduğu gibi, Eskişehir geneline tanıtan da Ülgen olmuştur. Daha sonraki yıllarda TV vartasıyla Rahmetli Bülbül Hafızı tüm Türkiye tanıyacaktı Sanatın Estetiği Yanında Ritmini de Yakalamış Bir Usta
Ülger resim mimari ve müziğin ritimlerini adeta birbiri içerisine nakşeden bir dehaydı. Eserlerinin tamamında bu üç sanat dalını birbirleri ile uzlaştırarak bilhassa mimariye yeni bir bakış ve nesnel bir derinlik kazandırmıştır. Sanattan fazla anlamadığım için diğer eserlerini inceleme bilincim ve şansım olmadı. Fakat tekrar söylemem gerekirse Eskişehir Reşadiye ve Tepebaşı camileri Osmanlı Mimari tarzı ve Sinan’ın yapıtlarını andırmaktadır.. Ancak O eserleri görmeyenler abarttığımı düşünecekleri için, son sözü Boğaziçi Üniversitesindeki Mi-mar Sinan uzmanı Rektörümüz Abdullah Kuran’ın “Sanat Tarih”i öğrencilerine bırakmak isterim.Bu konuda bir araştırma yaparlarsa bizleri aydınlatmış olurlar..
Cevat Ülger’in şaheser yapıtı Reşadiye ve Tepebaşı Camileriyle sınırlı olmadığını söylemiştik. Kaynaklar 1970’li yılların başında Kayseri Kalesi’nin yanındaki “Eski İki Kapılı Camii”nin yerine yapılan “Bürüngüz Camii”’nin proje tatbikine başlar. Bu eserini de Reşadiye Camii’nde olduğu gibi tek tek, nakış nakış işleyerek nadide bir eserin meydana çıkışını sağlar. Aynı şekilde İstanbul’un “Küçüksu Semti’nde “Zihni Gürler Camiinde” çok güzel bir eser vücuda getirmiştir.
Ülger Osmanlı Mimarisi ile modern sanatları birleştirerek senteze gitmiş önemli bir sanatçıdır.Bu uğraşısıyla bilhassa cami mimarisinde bir ekol oluşturmuştur.Nihai amacı “İslam Mimarisini” vücuda getirmektir.. Esasen resimlerinde de bu düşüncenin hakim olduğu belirtilmektedir. Sentezin en önemli harcını da musiki ve ritim oluşturmuştur. Türk Sanat ve Halk musikisine, bağlamaya, davula ve Mehter müziğine merakı buradan gelmektedir. Meydana getirdiği eserlerde hep bu ritimlerin oluşturduğu armoniyi yakalamaya çalışmıştır. Fakat bu çabası o yıllarda ülkede mimaride hakim olan” Modernist” hastalığı nedeniyle hep engellenmiştir.
Yeni Ufuklara Doğru
1966 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Ankara “Koca Tepe Camii” için bir proje yarışması düzenler. Cevat Ülger, oldukça mükemmel “ Oamanlı Mimari” tarzı bir proje ile yarışmaya katılır. Buna rağmen pek çok mimarın estetik yönden yoksun bulduğu bir proje yarışmayı kazanır. Çünkü seçici kuruldaki akademisyen ve mimarların çoğu modern mimari yanlısıdır. Ayrıca Ülger’in ve çalıştığı ressamların belirli bir şöhreti de yoktur.. Daha sonra Eskişehir Reşadiye camisine yönelecektir. Eskişehir’de bulunduğum yıllarda acaba bir gün Bir sanat tarihçisi veya akademisyen mimar , bu camii ile Kocatepe camisinin sanatsal yönden mukayese ve değerlendirmesini yapar mı? Diye çok düşünmüştüm. Üzülerek söylemeliyim bu güne kadar böyle bir mukayesenin yapıldığına tanık olamadım. Hem yapılsa ne gam, o soğuk yapı varlığını Ankara’da korumaya devam edecektir.
Projesi dereceye giremeyince, o gün diplomalı mimar olmayı kafasına koyar. Daha sonraki yıllarda (1967 yılı sonu) ders verdiği Maarif kolejlinden ve öğretmenlikten “sakıncalı öğretmen” görülerek uzaklaştırılır. İki yıl sonra (1969) İstanbul’a giderek DGSA Mimarlık Yüksek Okulu”nun gece bölümüne kaydını yaptırır. 1975 yılında okuldan dereceyle mezun olur. Bir yandan okula devam ederken bir yandan da diğer aktivitelerini sürdürür. Böylece “resmi mimar” statüsünü de kazanmış olmaktaydı. Türkiye Yeşilay Derneği’nin çıkardığı“Mavi Kırlangıç Çocuk Dergisi”nde Kiraz Bekir İsimli çocuk çizgi romanını çizer. Ayrıca 1973 – 1977 yılları arasında Milli Gazetede, “Karamehmedler” müstear ismiyle karikatürler çizer. Orada kullandığı isim nedeni ile pek çok kimse ismini “ Cevat Ülger Karamehmetler” olarak bilmektedir. “Karamehmetler” ailenin lakabı olabileceği gibi Oğlu Mehmet’in de adından türettiği bir isim de olabilir. O çizgi roman ve karikatür çizimini hobi olarak yapmıştır. Fakat “Karamehmetler” mahlası karikatür alanında kendisini önemli bir şöhrete taşıyacaktı. Nitekim o yıllarda kendisine bir siyasal patiden Senatörlük ve teklifi gelir .Fakat o nazik bir şekilde reddederek, bir sanatkar olarak “siyasetle uğraşmayı düşün-mediğini” belirtir.
Mimari ,resim ve musiki yanında teknik ve teknoloji ile de ilgilenmektedir. Oğlu Meh-met Ülger’in anlatımıyla ”Uzun düşünce ve hesaplamalar sonucu, içten yanmalı motorların çalışma prensipleri konusunda projeler geliştirdi. 1966 Yılında; Japon’ların bütün dünyaya yüzyılın buluşu diye ancak 1980’lerden sonra sundukları üçgen motor, hidrojenle çalışan motor ve daha şimdilerde projelendirilmeye başlanan su ile çalışan motor projelerini hazırlayıp İstanbul Teknik Üniversitesi’nde profesörler kuruluna sundu.” Hocalar acaba o projeleri inceleme zahmetinde bulundular mı ? Yoksa da deli saçması diyerek çöpe mi attılar!..Bilinmez?! Cevat Ülger’in “Oyuncak Masalları”, “Demet”, “Ritmin Gücü ve Ritme Davet” isimli yayınlanmış üç kitabı bulunmaktadır. Kısacık ömrüne o kadar güzellikler sığdırmış olarak 6 Eylül 1977 yılından ayrılarak Rahmeti-i Rahmana kavuşur.
Son Söz Yerine
Dil Ve Edebiyat Dergisi Kasım 2013 te yayınlanan 59. Sayısında Doğumunun 60 yılı nedeniyle Cevat Ülger’i kapağına taşımıştı. İç sayfalarda da oğlu Mehmet Ülger’le yapılan bir söyleşi ve bir makalesinden alıntı yapmıştır. Yazımızı burada noktalarkan son sözü üstad Cevat Ülger’e bırakalım,”İslam kültür ve düşüncesi, tabiatı, Avrupa gibi bir dış görünüş kabul etmiyordu. Bu sistem içinde tabiat, yaratılış, hele insan, muazzam araştırmaların mevzuu idi. Onun bütün cephelerinde korkunç ilerlemeler olmuş, müthiş derinliklere inilmişti. Tabiat içli dışlı, maddeli ve ruhlu, alabildiğine etütlerle çevrilmiş, bu ilim çalışması bir vecd ve heyecan içinde yaşanmıştı. Tabiat, İslâm için, dış olduğundan çok daha fazla iç idi, derinlik idi, ruh idi…
İnsanımız, Osmanlı İmparatorluğunun 15., 16., 17. asırları içinde, kendi yaradılışlarından getirdikleri abstre anlayışla, İslâm’ın ilim, kültür ve vecdini birleştirerek, erişilmesi imkânsız eserler yaptılar. Osmanlıların bu devrinde resim -heykel – mimari ayrılığı da kalkmış, hepsi ancak abstre kelimesi ile anlatabileceğimiz bir beraberlik içinde mimarlıkta birleşmişler, vecd ve güzelliğin, nispetin en son noktalarından birine varmışlardı. Resim de, heykel de, mimarlık da mimari ile yapılmıştı.” Ruhun şad olsun üstad.
Halit Özdüzen
10.01.2014