Cevat Ülger Vefat Edeli 33 Yıl Oldu

33 yıl önce vefat eden mimar Cevat Ülger, hakikate sanatla ulaşmaya çalışan Müslüman bir sanatçıydı.

Sanat ve estetik duygusu tüm yaratılmışlar içinde yalnızca insana verilmiş bir nimet. Belli bir kalıba sığmayan, insanın tamamen gönlünden süzülüp gelen bazen bir mısrada, bazen bir karakalem çalışmasında, bazen de bir caminin süslemelerinde ortaya çıkan insanının iç aleminin dışavurumu.

“Hiçbir el gönülden gizli iş tutamaz” denilir. İnsanın azaları ile ortaya koyduğu tüm pratiklerin ilham kaynağı kalptir. Kalp nasılsa el ona göre iş görür. İnsanın ruhuna nakşedilen sanat, yaratılış karşısında bizzat insanın kendisini hayrete düşürür. Hayret insana acziyetini fark ettirerek onu hayranlığa götürür. Yerde ve gökte yaratılan her şey belli bir düzene, estetiksel bir mükemmelliğe göre yaratılmıştır çünkü. Gören gözle bakan kalp elbette bu hayran oluşun sonunda kaçınılmaz olarak kul olduğunu fark edecektir. Estetik ve sanat ruhu ile Allah’a ulaşan kimsenin imanı taklitle veya baskı ile oluşan bir imandan farklıdır. Sanat, estetik, ilim ve aşk duraklarından geçilerek varılan iman mukallitlikten münezzeh yıkılması mümkün olmayan sağlam bir kale gibidir. Bu anlamda sanatın bir ibadet hali olduğunu söylemeliyiz.

Aramızdan tam 33 yıl önce bu gün ayrılan Cevat Ülger; hakikate sanatla ulaşan, doğrudan kavranamayanı gönül gözü ile gören Müslüman bir sanatçıydı. Musikiden, resme; mimariden, şiire kadar sanatın hemen hemen bütün dalları ile hem hal olan bir estetik üstadı idi. Din insanın kalbine sesleniyor, sanat kalbin cevabını görünür kılıyor. Sanatçının eseri sadece ondaki içsel yönü görünür kılmaz, sanatçının sanatına bakan diğer insanların da kendilerinden bir şey bulmaları başlı başına sanatın manevi oluşunu ortaya koymaya yetiyor. Dünyada bulunan her şey Allah’ın bir ayeti ise hakikati kavrama yolunda sanat ve sanatçıda bizleri irşat eden birer mürşit mesabesindedir.

Kendi döneminde pek çok kişiye estetik boyutta en güzel şekilde mürşitlik yapmıştı Cevat Ülger. 1973 – 1977 yılları arasında Milli Gazete’de “Karamehmedler” mahlası ile karikatürler çizmişti. Asıl mesleği olan resim öğretmenliğinden dönemin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından el çektirildi. Daha sonra mimarlık fakültesini bitirdi. Cevat Ülger’in asıl sanatsal ürünleri mimaride görülür. Yaklaşık 60’tan fazla esere emeğini nakşeden üstadın mimari projeleri her yönü ile klasik özelliklere sahiptir.

Her sanat sırtını bir dinin felsefe anlayışına yaslar. İslam ve batı sanatının da kendilerine has bir felsefi yönü vardır. İslam sanatçıları daha çok mücerret bir sanat anlayışını benimserler. Çünkü İslam inancı soyut bir temele dayanır. Allah (cc) soyut bir varlıktır. O’nu gözle göremeyiz. Bu anlamda Müslüman sanatçılar daha çok figüre ve imgesel eserlere yönelmişlerdir. İslam sanatçıları ebru, hat, tezhip, nakkaşlık, çinicilik gibi sanat dalları ile kalplerindeki ritimleri dışa vurmuşlardır. Batı sanatı somut bakış açısına sahiptir. Hıristiyanlar Hz. İsa’yı ilahlaştırmışlar Tanrıyı bu şekilde düşünmüşlerdir. Batıda heykel, resim, opera, bale sanatının daha çok gelişmesi bu bakış açısının bir sonucudur. Sanat dine olan borcunu en çok mimari eserler ile ödemiştir. İstisnasız bütün medeniyetlerde mimarlık sanatı en yüksek dereceye mabet yapımında ulaşmıştır. Batıda Michelangelo’nun kilise süslemelerini, muhteşem fresklerini bizde ise Mimar Sinan’ın Selimiye ve Süleymaniye’sini buna delil olarak gösterebiliriz. Cevat Ülger de döneminde “Camii Mimarı” olarak tanınır. İstanbul’da Küçüksu Camii, Eskişehir’de Reşadiye ve Tepebaşı camileri, Kayseri’de Bürüngüz camii geleneksel inşa teknikleri kullanılarak yapılmış detaylarında ise sağlamlık ve ekonomik olma gibi özellikleri ile çağdaş malzeme ve tekniklerden faydalanılmıştır.

Abdurrahman Dilipak yazdığı bir yazıda Cevat Ülger’in mimarlık yönü ile ilgili şunları söyler: “Cevat Ülger”. Namı diğer “Cami mimarı”. Geçen gün adını bir çırpıda hatırlayamadım.. Aradan çok zaman mı geçti, ben mi yaşlandım bilmiyorum. Ama “Cami mimarı” sıfatı, adından daha çok hafızamda iz bırakmış. O bir “Cami mimarı”. Müslümanların “Allah”ın evi”nde kardeşçe kucaklaşması için manevi evcikler yaptı bize. Onu taş ve betonla elle tutulur hale getirdi. Göğe minareler yükseltti. Kelime-i tevhid’i taşa, toprağa kazıdı. Zaten bizim o zamanki sloganımız, “bizim” Abdurrahim Karakoç”un, “Hak yol İslam İslam Yazacağız” marşı değil mi idi? “Taşa, toprağa, suya “hak yol İslam” yazacağız”

Milli Gazete günlerinden tanıyorum Cevat ağabey’i. Üsküdar”da sahilde denize bakıp çay içerken camilerin manevi ve sosyal mimarisi üzerine konuşuyorduk. Cevat Ülger düz, yalın, köşeli çizgilerle anlatırdı anlatacağını. Mimardı ama karikatür de çiziyordu. Mahlası “Karamehmedler”di. Nabi Avcı onu şöyle tanıtır bir yazısında; “Tuvalde başladığı “nonfigüratif” macerayı, evindeki dokuma tezgahında halılara, kilimlere taşıyan; ıskarta malzemelerden çocuk oyuncakları yapan; giydiği ceketin, gömleğin, ayakkabının modelini kendisi çizen; bağlama çalan; sadalı bir kubbe görünce aşka gelip gülbank çeken; okula motosikletle gelip giden nalbant bıyıklı bir “resim öğretmeni” bulabilir miyiz? Herhalde bulamayız. Zaten o zamanlar da, ondan başka bulunamazdı. Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı da Eskişehir Maarif Koleji”nde böyle bir “öğretmen” olduğunu duyar duymaz kendine yakışan tepkiyi göstermekte gecikmemiş ve bu “imalat hatası”nı derhal öğretmenlikten ihraç etmişti. O da ne yaptı biliyor musunuz? Gidip DGSA Mimarlık Yüksek Okulu”na kaydoldu ve 1975 yılında “diplomalı mimar” çıktı”. Diriliş dergisinin ilk sayısı Nisan 1960″da yayınlanır. Derginin yazı ailesinde Cevat Ülger de vardır. Büyük Doğu, Diriliş gibi döneminin bütün kültür – yayın faaliyetleri içinde onu en azından duaları ile onu görmek mümkün.

“Keşke birileri bugün onun adına cami projesi yarışması yapsa.”

Görebildiğimiz şeyler bize görünmeyeni anlamamız için verilmiştir. Sanatçılar kendi ruhlarının imbiğinden geçirerek ürettikleri eserler ile bize doğrudan göremediklerimizi görünür kılarlar. Dünyadaki her şey Allah’ın bir ayetidir. Allah’ın ayetlerine bakarak hakikati kavrama yolunda sanatçı ve sanat eseri bir elçidir. Kendi döneminde bu elçilik görevini hakkıyla yerine getiren, 1977 yılında dünya sürgününden Rabbine yürüyen Cevat Ülger üstadı rahmetle yâd ediyoruz.

Bekir Dilekçi
06 Eylül 2010

Posted in Hakkında Yazılanlar, Haberler ve Söylenenler
Yorum Yaz