Geçenlerde aramızdan ayrılan Cevat Ülger Hocayı ortaokul ikinci sınıfta iken tanıdım. Yıl 1958. Mihalıççık Orta Okulunda resim ve müzik öğretmenimizdi. Tutum ve davranışlarıyla alışılmış öğretmenlere hiç benzemezdi. Elinden geldiğince bilinen memur örneğine uymamaya çalışırdı. Bu tavrı yüzünden de öğretmenliği uzun sürmedi. Öğretmenliği bırakarak, içinde taşıdığı, gönlünde oluşturduğu Sinanca mimarlığın ürünlerini verme yolunda büro açtı. Bu arada biçimsel mimarlık öğrenimini de tamamladı. Okuldan ayrılmasıyla öğrencileriyle ilişkisi kopmadı. Bürosu öğrencilerine, bir daha içten, bir daha sıcak başka bir mektep oldu.
Cevat Hoca giyinişiyle, konuşmasıyla, anlamlı nükteleriyle, tarihe bakışıyla o güne kadar karşılaşmadığım bir eğiticiydi. Ders verme konusu resimdi. Ancak ilgi alanı, tarihten edebiyata kadar insanı konu edinen her şeydi. Okula geldiği yıl vefat eden Yahya Kemal için bir anma toplantısı düzenlemeye öncü olmuştu. Böylece biz kültür merkezlerinden uzak Anadolu kasabasında, ilk defa Onun konuşmasından, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinin sahibini tanıdık.
Cevat Hoca hiç kravat bağlamazdı. Giyim konusundaki bu ısrarlı ve değişmez tutumu, bize uygar olmanın vazgeçilmez bir gereği olarak sunulan biçime uymaması, daha bir değiştirdi Onu gözümüzde. O kravat takılmayan yakasız Anadolu gömlekleriyle, cepkene benzeyen ceketiyle, o günlerde pek kavrayamadığımız kültür değişiminin açmazını sergilerdi. Nasıl bir uygarlık değişimine zorlandığımızı, biçimsel olarak Batıya öykülenmenin gülünçlüğünü Onun davranışlarıyla gözledim. O ortaokul öğrencisinin anlayacağı dilden konuşur, sağlığımız için zorunlu olmayan kravatı, yakaları kaldırırsak, bir yoksul insanımızın daha yaşaması için gerekli ihtiyacını gidermiş oluruz derdi. Ayrıca her medeniyetin kendisine has bir giyim tarzı vardır demeyi de unutmazdı.
Hoca bu tavrıyla insanı yalnızca gösteriş yanından yakalayan, tüketim ekonomisine karşı verebilecek savaşı, en etkili bir biçimde verirdi. Ömrünce de verdi. Gösterişe hiçbir zaman, hiçbir alanda kapılmadı.
Cevat Hoca resim öğretmeniydi demiştim. Resim derslerinde, ilk defa ondan, ortaokul sıralarında modern resim sanatının Müslümanların hat çalışmalarından esinlendiğini, Picasso’nun hat çalıştığını işitmiştik. Sanatta doğurganlığın, tabiatı kopyadan çok, simgelerle kazanabileceğini söylerdi. Bu görüşten hareketle, hazırladığı yüzlerce tabloyla, birkaç kez sergi açmıştı. Kufi yazılarıyla duyarlılığın en ince örneklerini, Eskişehir’de birkaç binanın üzerinde sergiledi.
Doğuştan mimardı. Ülkemizde bir baştan diğerine yükselttiği camilerle, kültür değişiminin sarsıntısını atlatmış, sağlıklı, kendinden emin mimarinin ürünlerini verdi. Onun sanatı; kültürümüze dayanan, kültürümüzden beslenen ve günümüzde yansıyan sanatı, kuşkusuz uzun incelemelerin konusudur. Hak bilir kimselerce ele alınacaktır. Bundan kuşkum yoktur.
Cevat Hocayla ortaokul sıralarından başlayan tanışmam, ömrünce, dostluğa dönüşerek sürdü. Ancak Ondan hep özgün yorumlar, özgün çözümlemeler dinleyerek, yeni şeyler öğrenerek. Doğurgan yanı her alanda kendini gösterirdi. Bir gün makine mühendisliği konusunda öğrenim yaptığımı öğrenince, askerlik yaparken düşündüğü, hatta bir modelini bile yaptığı motordan söz etti. İçten yanmalı motorlor çok verimsizdir. Ayrıca teknolojisi gelişmekte olan ülkelere henüz yerleşmemişken, daha verimli, daha ucuz, sözgelimi elektrikle çalışan modeller üzerinde çalışarak, ülke şartlarına ve kültürümüze uyarlanmış bir tip geliştirmeli değil miyiz? Demişti. Gerçekten, bilinen motor endüstrisi Batı’da, lastik, cam, çelik işletmeleriyle, petrol rafinerileriyle yakıt dağıtım istasyonlarıyla, karayollarıyla ve buralarda çalışan milyonlarca insanıyla ortaya çıkan bir sistemin odak noktasıdır. İçten yanmalı motorların yerine daha verimli bir motorun üretimi bu sistemin ekonomik, sosyal ve siyasal yapısıyla alt üst edilmesidir. Bu yüzden, gelişmiş ekonomiler bunu kesinlikle istemezler. Ancak kalkınmakta olan ülkeler bu konuda daha rahat hareket edebilirler. Günümüzde kalkınmakta olan ülkelerin önemli bir sorunu olan, batıdan, bilimsel, teknolojik ve kültürel bağımsızlık konusu üzerine, motordan çıkarak, özgün bir çözümleme yapmıştı. Artık şimdilerde göründü ki, batılıların izlediği yolu kopya ederek onların düzeyine erişmek imkansızdır. Onlardan bağımsız, kendimize özgü bir yol izlemeliyiz. Bu bilimsel ve teknolojik alandaki genel geçerliliği olan kuralları kendi değerlerimiz doğrultusunda kullanmakla olur. Kuşkusuz bu kuralların uygulanışı kültürden kültüre değişir. Bu sanat için de, sosyal bilimler için de geçerlidir.
Cevat Hoca bunu gören, mimaride, resimde uygulayan ve özgün eserler veren ustalardandı.
Cevat Hoca ömrü boyunca, bizim, bizden olmayanlardan ayrılığımızı, öğretmenliğinde, mimarlığında, camileriyle, tablolarıyla, karikatürleriyle, yazılarıyla, konferanslarıyla, dersleriyle, sohbetleriyle durmadan anlatmaya çalıştı.
Allah rahmet etsin.
ERSİN GÜRDOĞAN
MAVERA Aylık Edebiyat Dergisi
Ekim 1977