Kılıçdaroğlu Benim İçin Bir Maden

Karikatürist Yalçın Turgut Balaban, geçtiğimiz hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen bir geceyle karikatür alanında 40. yılını doldurdu. Balaban çizerlik yapmanın yanı sıra köşe de yazıyor. Yazılarını yaklaşık on müstear isimle kaleme almış, bunlardan en bilineni Bilal Kaya ve Turgut Emin. Aynı zamanda Necip Fazıl’ın da öğrencisi. 12 Eylül’de işkence görenler arasında bulunan Balaban ile 40 yılın özetini çıkardık…

İstanbul kökenli bir aileden gelip, Saint Joseph Lisesi’nde okumuşsunuz. Ruh inkılâbınızı Üstat Necip Fazıl’la tanıştıktan sonra yapmışsınız… Cahiliye dönemizden bahseder misiniz?

Erenköy’de, Bağdat Caddesi gibi bir ortamda doğdum. Arkasından Saint Joseph Lisesi’ne gittim. Özde inancı olan bir ailenin bireyiydim ama kültürel bir din algısı içindeydik. O zamanlar Cadde Bostan Gazinosu vardı. Oraya giderdim. Dans kupaları ve birinciliklerim filan vardır. Eğer Allah bana yardım etmeseydi, şu anda Bedri Baykam benim çok gerimde kalırdı.

Hangi açıdan?

Şeditlikte, değerlere düşmanlıkta… Çünkü öyle olmama şartlar çok müsaitti.

İlk kişisel inkılâbınızı ne zaman yaptınız?

Lise son sınıfa geldiğimde rahmetli babamın Eskişehir’e tayini çıktı. Eğitimimi orada bitirdim. Eskişehir’de kaldığım dönemde Büyük Doğu ve Necip Fazıl Üstatla tanıştım. Çizgim, ruhum yüz seksen derece değişti. Ceketimin astarındaki asıl bana ait olan değeri orada yakaladım.

Üstat sizin için “Kanımdan değil, canımdan evladım” diyormuş…

Öyle derdi, çok yakındık… Ama aslında üstadın gıyabında tanışmış olduk. Kendisinden önce eserlerini, Büyük Doğu’yu tanıdım. İstanbul’a döndükten sonra Gölge Dergisi’ni yayına hazırladım. O süreçte de üstatla yolumuz kesişti. Onunla tanıştıktan sonra Büyük Doğu’nun kadrosunda yer aldım. Vefatına kadar yirmi dört saat birlikteydik.

Kaç yılı birlikte geçirdiniz?

Üstat’ın son dönemine denk geldim. Üstat bizden sonra tekrar canlandı. Son yetiştirdiği talebelerden sonra bayağı bir hüsrana uğramış, küsmüş ve eve çekilmişti. Büyük Doğu’ya bile gidip gelmemeye başlamıştı. Onda yeni bir enerji ve istek oluşmuştu. Büyük Doğu’yu gazete olarak çıkarma hazırlıklarına başlamıştık.

Çizgiyle ne zaman tanıştınız?

Hiç düşünmememe rağmen, Mimar Cevat Ülger‘in emriyle Babı-Ali’ye geldim. Hocama çizimlerde yardımcı olurdum. O da beni çizmeye yönlendirdi. Beraber Cağloğlu’na gittik. Beni Selehattin Kaplanağası ile tanıştırdı. Fikrimi bile sormadan, Yeşil Ay Dergisi’ne çizmem için benim adıma konuştu. Mavi Kırlangıç adında bir çocuk dergisi çıkardı. O zamanın çok önemli bir dergisiydi. Hocamı kıramadım, cazipte geldi. Mavi Kırlangıç için hem karikatür hem de tarihi bir çizgi roman çalışması yaptım ve orada yayınlandı.

İlk çizdiğiniz karikatürün konusu neydi?

Sigara paketini lahit olarak, tek bir sigaranın mezar taşı tarzında çizdiğim bir karikatürdü. Kötü alışkanları ilk olarak hiciv ettim.

Sizin bir de yazı serüveniniz var. Yazmaya ne zaman başladınız?

Yazma serüveni de Gölge dergisiyle başladı. Daha sonra yetmişli yılların başlarındaki bizim tarafta çıkan bütün gazetelerin yayın kadrosu içinde olmak gibi de bir kaderi yaşadım.

Sadece çizdiğiniz karikatüre kendi imzanızı atmışsınız. Yazılarınızı neden kendi isminizle yazmadınız?

Tabii ki aynı isimle yazılar da yazabilirdim. Ama her gün aynı isimle yazıp çizmek bana cazip gelmedi.

Medya sizi Karikatürist Yalçın Turgut olarak biliyor…
Benim talihsizliğim şu oldu; Babı-Ali’ye ilk geldiğimde Yeşilay ve Mavi Kırlangıç’ta çizip de altına Yalçın Turgut diye imzamı attığım anda kendimi de bağlamış oldum. Ondan sonraki dönemde yaklaşık on müstear isim kullanmışım.

Meşhur müstear isminiz hangisiydi?

Vakit’in çıktığı andan itibaren Bilal Kaya olarak yazılar yazdım. Sonraki yıllarda Akit’te rahmetli babamın fotoğrafı ve babamın ismiyle Turgut Emin ismiyle uzunca bir süre her gün yazdım. Ameliyatımdan sonra kendimi yorgun hissettim ve bıraktım.

O dönemde davalık karikatürünüzün sayısı fazla mıdır?

Çok oldu. En son davalık olduğum karikatür de Hurşit Tolon’un direktifiyle, askeri mahkemede Cuma Dergisi’ne çizdiğim bir karikatürden dolayı yargılandım. Dava çeşitli sebeplerden dolayı yıllarca sürdü. Karikatürüm geçen aylarda beraat etti.

Çizdiğiniz her hangi karikatürden dolayı tehdit aldınız mı?

Karikatürden ötürü tehdit almadım. Ama benim siyasi mücadelemde oldu.

Evet, Akıncılardansınız…

Seksende yaşadıklarım apayrı şeylerdir. Türkiye hudutları dahilinde o güne kadar kullanılmış tekniklerden hiç bir tanesi üzerimde ihmal edilmedi. En son “Bunun işi bitti” diye nizamiyeye bir battaniye ile koyduklarında “Bir telefon ver de arayalım seni alsınlar” dediler. Beni aldılar. Ayakta duramıyordum.

Ne yaptınız?

Yeniden taytay duran bir çocuk gibiydim. Bir kaç ay içinde yeniden yürümeyi öğrendim.

Seksen darbesi çizimlerinize yansıdı mı?

Yazılarıma yansıttım ama çizgide pek yansıtmadım.

Öfke duygusunu bastırmak için mi yaptınız?

Bu duyguyu bastırmak için çizmek ve yazmaktan ziyade, bizzat o mücadelenin içinde oldum. Bir yandan öfkeliydim. Anlatılması çok zor bir duygu ama inancım için eziyet görmem de hoşuma gidiyordu.

Nasıl yani? Eziyet görmekten keyif mi alıyordunuz?

Evet. İnancımdan ötürü bu tarz bir şeye layık görülmek, Allah affetsin nefsime o kadar güzel geliyordu ki… Giderken götürebileceğim şeylermiş gibi geliyor bana.

Peki 28 Şubat’tan etkilendiniz mi?

Valla 28 Şubat’ta Vakit Gazetesi olarak etkilendik. Bombalar kondu, kalaşnikofla taramalar, apar topar götürmeler oldu.

Bu etkilenmenin sizde tezahürü nasıl oldu?

Bu durum bizim bu kararımızı daha da pekiştirdi. Tek bir geri adım atmadan ilk günden itibaren manşetlerimizde yazılarımızda bunu gösterdik. O ilk şok atlatıldıktan sonra bizim bu tutumumuz birçok camiayı da olumlu olarak etkiledi.

Sağ-sol kutuplaşmasına eşit mesafede mi oldunuz, yoksa kendi mesafenizi mi oluşturdunuz?

Sağ kavramı çok farklıydı. Şimdi farklı algılanıyor. Mesela Metin Yüksel Gölge Dergisi’ne geldiğinde küçücük bir kuran kursu talebesiydi. Bana “Gölge Dergisi’ni alıp Fatih’te dağıtmak istiyorum dergi verir misin?” dedi. Ben de “Tabii” dedim. O günden sonra benden hiç kopmadı, ta ki vefatına kadar. Şimdi düşünün Metin Yüksel’i benden solcular değil, sağcılar aldı.

Kendi politik görüşünüzü ne olarak tanımlarsınız?

Üstad’a, “Büyük Doğu nedir?” diye sorulduğunda O : “Büyük Doğu İslam’ın subaylarıdır” derdi. Ben de bu inancın ve fikrin emir eri olarak yaşadım.

Peki herhangi bir partiye yakınlık-uzaklık?

Parti bazında da yine üstadın lafıyla cevap vereyim. O; “Ben bir ömür yalçın kayalıklarının üzerinde durarak deniz fenerliği yapmaya çalıştım. İlk günden bu yana ayağım sabit bir noktada, 365 derece dönerek ışığı her noktaya ulaştırmaya çalışıyorum.” Bende bu konuda kimden ışığıma bir yansıma alırsam, ve kimden yansıma görürsem, ona iki adım atmayı, her zaman vazife bilirim. Ama şu bir gerçek AKP içinde çok tanıdığım arkadaşım var. Ruhlarına da samimiyetlerine de inanıyorum.

HAÇLI SAVAŞLARI HİÇ BİTMEDİ KARİKATÜR BUNU DEVAM ETTİRİYOR

Türkiye’de çizecek konu bulmak kolay mı?

Eğer Türkiye’de çizecek konu bulamayan karikatürist varsa ne olur rastlarsanız bir sorayım “Nasıl yapabiliyor?” diye. Türkiye’de nereye baksanız mizahtır ve çizgi konusudur. Bu kadar mümbit bir memleket olamaz.

Karikatür siyasetin enstrumanı mıdır?

Tabiî ki öyle.. Öyle olmasa neden karikatür çizeyim ki? Ruhum kendi mecrasını bulduğu andan itibaren Allahın bana verdiği yetenekler nelerdir ben neleri yapabiliyorum? Yazabiliyorum, çizebiliyorum, tiyatro yapabiliyorum vs. bütün bunları bir araç olarak gördüm. Hiçbir zaman karikatür çizeyim ve karikatürist olayım demedim.

Siyaset karikatürle daha mı rahat yapılıyor?

Güçlü silahtır. Sanatın özgürlük hakkı daha da kolaylaştırıcı etken… Tabii ama bu sadece bir kesim için geçerli bir şey.

İfade özgürlüğü hakaret özgürlüğüne mi dönüştü?

İkisi arasında çok ince bir sınır var. Yaradılış olarak da teknik olarak da bunu aşmak istemedim.

Birini olduğundan daha çirkin çizdiniz mi hiç?

Yok. Özellikle çirkinleştirmek için uğraşmadım kimseyi. Şu var, onun bana ifade ettiği mana çirkinlik taşıyorsa, benim onun üzerinde karikatürel çizgiler ister istemez yansıtmış olabilir. Ama özellikle böyle bir şey yapmadım. Özellikle yapanlar var tabii.

İfade özgürlüğü ne zaman hakarete dönüşüyor?

Hakaretin başladığı yerde demokrasi biter. Demokrasi karşı tarafı aşağılamak, saldırmak değildir. Özgürlük sınırsız at koşturmak demek değildir ki. Ama bunları normal karşılamak lazım. Hak ve batılın mücadelesi dünya döndükçe sürecek. Silahlar ve malzemeler değişebilir ama var olan savaş sürüyor. Haçlı savaşları hiçbir zaman bitmedi. Sanatın belli kolları ve medya yoluyla bu savaş devam ediyor. Ben nasıl kırk yılımı bu mücadeleye verdiysem, aynı şekilde herkes inancının ve düşüncesinin mücadelesini verecek.

Din karikatürist için iyi bir malzeme mi?

İnanç son derece önemli, bütün sahipleri için. Vatikan da Hıristiyanlığa dair olan herhangi bir şeyde tavrını koyar. İnançlara belli bir ölçü dışında saldıramazsınız. Tahkir edip, aşağılayamazsınız.

Siz hiç dinle doğrudan ilişkili çizimler yaptınız mı?

Zaten hayatın meseleleri sanatın da mevzudur. Kırk yıldır hemen hemen her konuda çizdim. Bunun içine din de dahil.

ASIL MAĞDUR 68 KUŞAĞI BİZLERİZ

En çok hangi sorunu çizmişsinizdir?

Haftalık yorum olarak çizdiğim bir köşem var gazetede. Orada da ister istemez gündemin baş aktörü olan, hayranı olduğum Kemal Kılıçdaroğlu ilk sırayı alıyor tabiî ki. Ona gerçekten hayranım. Çünkü iş herkesin yapabileceği bir şey değil. Sabah söylediği bir şeyi akşam tam zıddını söyleyebilmek, bunu son derece rahat, emin ve güvenli bir şekilde yapmak zordur.

Kılıçdaroğlu iyi bir mizah konusu mu?

Bilmiyorum ama benim için bir maden desem yeridir.

Geçmişten kimi söylersiniz?

Hepsiydi ama Süleyman Demirel’in yeri yadsınamaz elbette. 50 yıl çok az bir zaman değil.

Çizerken kendinizi frenler misiniz?
Yok. Ne olursa olsun muhatabım bir insan. Bir de şu var; elime bir kalem veya fırça verilmiş diye insanların onurlarıyla, haysiyetleriyle oynamak ve tahkir etmek, hakaret etmek, aşağılamak bana çok yabancı. Bir derdim olduysa hususi olarak giderim söylerim.

Hiç nefsinize uydunuz mu?

“Yapmasaydım” dediğim herhangi bir şey olmadı. Zaten çizmeden, çizerken ve çizdikten sonra da düşünürüm. O yüzden hiç pişman olduğum bir çizgim yok.

Şu anda rahat döneminizde misiniz?

Hukuki olarak hiçbir değişiklik yok. Bilmiyorum ben her dönemde rahattım. Çünkü “Şöyle veya böyle yaparsam ne olur?” diye hiç düşünmüyorum.

“Gemileri yakmışız isteyerek yoktur geriye dönüşümüz, çizgimize gelen gelsin”. Her şeyi göze almışım kalkıp da sonunu düşünecek değilim.

Çizmek mi yoksa yazmak mı sizi daha “Büyük adam” hissettiriyor?

Valla hiçbiri büyük adam hissettirmiyor. Torunum hissettiriyor bir tek. (gülüyoruz) Burada gerçekten emir eri gibi hissediyorum. Ama davamı belirtmek açısından bunu söylüyorum. Onun dışında davamın onuru söz konusu olduğunda hepsine mareşalim yani. Kimseye müdanam olmaz.

Söylediğiniz sözü çizgi yoluyla mı yoksa yazı yoluyla mı daha kolay ulaştırır sınız?

Çizgi dili çok özel bir dil. Kullananı ve anlayanı az sınırlı bir alan. Günlük köşe yazısı daha çok kitleye ulaşıyor. Çizgide yazıda olduğu kadar tepki almıyorum.

80 ve 90’larda çizgi daha etkendi. Karikatürün etkisi zamanla azaldı mı?

80 dönemi malum ihtilal dönemi. Sanırım 82’de yazarlar birliği ilk olarak karikatür ödülünü tesis etmiştir. Bana vermişlerdi o ödülü. Onun da nedeni, kimsenin konuşamadığı, yazamadığı, çizemediği bir dönemde İslam dergisi Turgut Özal’ın izniyle çıkmıştı. Ben de her sayısına tam sayfa karikatür veriyordum.

Karikatür’ün konusu neydi?

12 Eylül. Sıralanmış bir insan kalabalığı ve hepsinin kafası ampül ve hepsi tek bir fişe bağlı fiş de prizden çıkarılmış ve kenara konulmuş durumda. Tesadüftür ki bugün hükümetin seçtiği amblem de bir ampüldür.

Karikatür ne zaman “Altın Çağı”nı yaşadı?

12. Eylül’de. Çünkü konuşma dilini, yazı dilini kullanamıyorsun. 12 Eylül silindir gibiydi. “Şu veya bunu düşünüyor” diye değil, “Bu baş düşünüyor” diye düşünen herkesin önünden silindir gibi geçti. O yüzden karikatür o dönem altın çağını yaşadı.

Bu dönem kimlere yaradı?

Salacaklı kardeşler, Tekin ve Oğuz Arallar bu durumu çok güzel kullandılar. Gırgır ve Fırt Dergileri bu açıdan önemliydi. Çünkü onlar 12 Eylül’ün kendilerine yapıldığını söylüyorlardı. 68 Kuşağı diye bir şey vardır mesela… Bakıyorum da şimdi hepsi holding sahipleri oldular. Bir de 68 Kuşağı’nın İslamcı gençlerine bakın aslında bizim üzerimizden geçti o yıllar. Asıl mağdur 68 kuşağı bizleriz.

İKİDEBİR
Kübra-Büşra Sönmezışık 20.02.2011

Posted in Hakkında Yazılanlar, Haberler ve Söylenenler
Yorum Yaz