Şehirlerimizin “bin yıldan fazla tarihî tekamülünü çok iyi bilen, bununla beraber dünya mimarisinin bugünkü durumunu, hatta yarın alabileceği şekli çok iyi bilen, modern betonarmeyi ve bütün inşaat tekniklerini çok iyi bilen, tarihî Müslüman Anadolu mimarî unsurlarını devrin tekniği ile birleştirecek, idealist, kabiliyetli mimarlara teslimi mutlaka lazımdır.”
Bu sözler 15 Mayıs 1933’de Eskişehir’de doğup 6 Eylül 1977’de ( 36 yıl önce) 44 yaşında vefat eden mimar Cevat Ülger’e ait. Yaşasaydı bugün 80 yaşında olacaktı.
Mimar, ressam, karikatürist, müzikte, şiirde, birçok sanatta ileri derecede derin bilgi ve beceri sahibi olmasının yanı sıra daha birçok özellikleri olan, eserlerinden tefekkür tüten bir sanatkâr Cevat Ülger…
Ayrıca ‘birçok vitray, rölyef, soyut heykel, tezyinat, tefrişat, mağaza dekorasyonu, vitrin düzenleme uygulamaları yapan Cevat Ülger öğretmenlik ve çocuk masalları yazarlığı yaptı. Eskişehir’de Lise ve Maarif Kolejinde Resim ve Sanat Tarihi öğretmenliği de yaptı.
Öz geçmişinden okuyoruz: “Eskişehir‘de Seyit Hoca, Üç Çanaklı, Esentepe, Bahçelievler, Akarbaşı, Şeker Evleri, Ebe Fethiye, Şirintepe, Sümer Evleri, Orhangazi, Çifteler, Tepebaşı Cami’lerinde… Kütahya’da Kuruçay, Domaniç, Tunçbilek, Tavşanlı Camilerinde… Ankara Abidinpaşa Camii, Bilecik’in Bozüyük İlçesi’nde, Trabzon’un Çaykara İlçesi’nde, Hatay’ın Kırıkhan İlçesi’nde, Balıkesir’de, Konya’da, Konya’nın Ilgın ve Kadınhanı İlçeleri’nde… birçok cami projesi, han, hamam, otel, kaplıca, tatil sitesi, dershane, konut gibi sosyal projelerin yanı sıra; mihrap, minber, minare, şadırvan, tefriş, tezyin ve tezhip çalışmalarını ve inşaat uygulamalarını yaptı. Aynı zamanda bir dergah, sohbet ve buluşup görüşme merkezi hüviyetinde olan Ülger’in Osmanlı Mimarlık Bürosu halen hayatiyetini sürdürmekte olan “Eskişehir Mektebi”nin temelinin atıldığı merkez oldu…”
Bugün, “kentsel dönüşüm” denen “kutsal uygulama” (!) adına iş makinalarının ülkemizin şehirlerine Moğol orduları gibi hücum ettiği bir dönemde, rahmetli Mimar Cevat Ülger’i hatırlamak istiyoruz.
“İstiyoruz” diyorum. Çünkü pek çok kimsenin tanımadığı, biz ise kendisine yetişemedik ama gençlik dönemimizde “Ritmin Gücü ve Ritme Davet” isimli yazılarının toplandığı ve “Demet” isimli karikatürlerinin yer aldığı kitaplarından ve hususi sohbetlerdeki fikirlerinden hatırlıyoruz.
“Erken” diyebileceğimiz bir yaşta dâr-ı bekâ’ya göç eden Cevat Ülger, hayatın “ne kadar” değil “nasıl” yaşandığına örnek bir mihrak şahsiyet…
S.Mirzabeyoğlu’nun ifadeleriyle “…Mimardı, ama hiçbir eserini zevk mahrumu malum tipler yüzünden tam istediği anlamda gerçekleştiremedi. Mimarlığından bahsederken onun çalıştığı üslubun isminin ‘Osmanlı Mimarisi’ olduğunu da bir düzeltme ile bildirelim. Bunun camilerde uygulanmış şekline bakarak bu mimari tarzına ‘cami mimarisi’, ona da cami mimarı demek yanlıştır. Sağ olsaydı böyle düşünenlere kendine has mimikler ve anlatış tarzıyla gerekli açıklamayı yapardı. Ve içinde bulunduğumuz estetik zevkini yitirmiş toplum, spor salonu, sinema ve konser salonu gibi yapılarda bu tarzı uygulama şansını ona tanımadı.”
O “…doğrudan kavranamayanı gören gerçek sanatkâr…Ruhunu eşya ve hadiselere hakim kılma rüyasını gören her inkılâpçı, bir plâstisite iştiyakı içinde bunun ustasının ihtiyacını duyar; Osmanlı zirve döneminde fışkıran Mimar Sinan gibi… Gerçek sanatkara gösterilmesi gereken ve onu lif lif açarak bizzat kendi haysiyetini heykelleştiren dava anlayışı, onun semtine uğramadı…”
Gene S. Mirzabeyoğlu anlatıyor: “Aranızda Osmanlı Mimari üslubunun büyük ustası, çağdaş Sinan rahmetli Karamehmetler, Cevat Ülger’i tanıyanlar olabilir; bu “feraset” dediğimiz hususiyete kendi mevzuu içinde sahib bir insandı… Bunlar eserinden daha çok, hayatı- yaşadığı hayat- öğretici olan insanlar… Hayatını çok dikkatle okuduğum insanlardan biridir… Bir çırpıda iyiyi kötüden ayırdıktan sonra, öyle ki, ben onun gördüğünü basamak yaparak uzun fikri meseleler getirmeme rağmen, pek fikirden bir şey anlamıyor… Fakat Allah ona o gözü vermiş; bir çırpıda güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayırıcı melekeden, sanatkar gözüyle pay sahibi… Büyük mimar, büyük sanatkâr… İki tane resmin altını kapatıyor… Biri “Sen Piyer Kilisesi”nin bir köşesinden alınma bir parça, öbürü de Selimiye’den veya Süleymaniye’den… Yanına gelenlere soruyor: “Hangisi güzel?”… Yüzde doksanı Sen Piyer’i gösteriyor… Altı kapalı ya, bilmiyor… “Tamam” diyor Karamehmetler; “sen hapı yutmuşsun!”…Şimdi ne oluyor?.. İslâmî tahassüsün ortaya koymuş olduğu bir eserden, -İslâmî tahassüs o kadar hapı yutmuş ki-, biz zevk alamaz duruma gelmişiz…”
Sadece bu örnek bile rahmetli Cevat Ülger’in mimarlıktaki idrak ve hassasiyetini anlatmaya yeter.
O da rahmetli muhakkik mimar Cansever gibi yaşarken ‘farkında olunmayan’lardan birisiydi. Bu konuda da Mirzabeyoğlu şunları söylüyor: “Her soylu ve çileli fikir ve sanat adamı, ilahi memuriyeti gereği çağından erken doğmuş ileri bir ruh mayasının sahibi olarak, idealle, içinde bulunduğu vasatın gerçeği arasındaki çelişmeyi yaşar. Ve, kaide olmasa da umumiyet itibariyle, muhataplarının bönlüğüyle kendi emeğini karşılaştırdığı zaman, biricik gıdasının hüsran olduğunu görür… Yine bu bakış içinde bir değerlendirme ölçüsü: Allah inancına dayanmadığı müddetçe, soylu ve gerçek bir kumaş sahibinin susması veya çıldırmasından başka yol yoktur!…”
Genç yaşta aramızdan ayrılan, ülkemizin birçok şehrinde/ilçesinde eserleri bulunan, özellikle Osmanlı Camî Mimarisi’nin son mimarlarından olan Ülger’in şehrimiz Trabzon’la ilgisi ne?
Ölüm yıldönümünde bir tv kanalında oğlu, kızı ve bir öğrencisi onu anlatırken, oğlu Mehmet babasının hangi şehirlerde eserleri olduğunu sıralarken Trabzon’un da isminin geçmesi üzerine programdan sonra Mehmet Ülger’i aradım. Bana “Çaykara Camii’nin projesini babam yaptı” demesin mi? Birkaç ay sonra bir arkadaşımın babasının vefatı üzerine gittiğim Çaykara’da “yeni bir göz”le caminin her tarafını taradım, fotoğrafladım. Üzerinde epey oynanmış olsa da temel çizgileri itibariyle, bilebildiğim ve okuduğum kadarıyla Osmanlı’nın büyük şehirlerindeki Selâtin Cami’lerin bir örneğini gördüm.
Büyük mimarlar, bazen küçük beldelerde büyük izler bırakıyor. Rahmetli Cevat Ülger’in Trabzon’daki izi de Çaykara’da böyle bir iz..
Yazımızı, Ülger’in, başta İstanbul olmak üzere bütün şehirlerimizi istilâ eden, tarihi doku ve yaşanılır bir çevre bırakmayan göğü delen apartmanlarla ilgili 45 yıl önce yazdığı yazısından bir paragraf aktaralım: “Gökdelenlerin yapılma mecburiyetleri çıkınca, mimarlar bu tatsız yükseklik ve büyüklükleri insanla bağlamak için muazzam gayret harcadılar. Bütün gayretlere rağmen, birçok eser insanla ilgi kuramadan, yabancı varlıklar olarak hayatlarına devam etmektedir…”
Bir mütefekkirimizin sözüyle “O her yönüyle unutulmayacak bir kitaptır.”
Doğumunun 80’nci, vefatının 36’ncı yılında hatırlanmasını, istifade edilmesini temenni ederek, O’na rahmet, mağfiret diliyoruz.”
Yahya Düzenli