1965 yılında, bir arkadaşımla birlikte haftalık Yeni İstiklal Gazetesi’nde bir Sanat – Edebiyat sayfası düzenliyorduk. Bir gün, gazetenin sahibi, Cevat Ülger’in Beyoğlu Şehir Galerisinde bir resim sergisi açtığını söyledi. Hemen ilgilendik ve o haftanın sayfasına yetiştirilmek üzere kendisiyle bir konuşma yapmak istedik.
Cevat Ülger’le tanışmamız böyle oldu. Kendimizi tanıttık, sergiyi birlikte gezdik, bize gerekli bilgileri verdi. Sergiyi dolaştıktan sonra, kendisine, sorularımızı yönelttik, cevaplarını aldık.
Aradan, on iki yılı aşkın bir zaman geçti. Bu zaman içinde kendisiyle sık sık karşılaştık, sohbetlerimiz oldu diyemem. Fakat Eskişehir’e, İstanbul’a giden arkadaşlarla daima selamlarımı, saygılarımı sunardım.
Sözü geçen konuşmayı aşağıda aynen yayınlarken Cevat Ülger’in bugün için de geçerli olan düşüncelerinin kendisine rahmet verileri olmasını diliyoruz.
1933 yılında Eskişehir’de doğdu. İlk ve orta tahsilini Eskişehir’de tamamladıktan sonra, Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirdi. Halen cami mimarlığı ve resim, halı üstünde çalışmaktadır. Bilhassa cami mimarlığında ustalığını kabul ettirmiş, camilere yaptığı restorasyonlarda büyük başarı kazanmıştır. Resim ve halıları da dikkati çekecek özelliklere sahiptir. Şimdiye kadar çeşitli resim sergileri açmıştır. Son sergisini 16 – 30 Ocak 1965 günleri arasında Beyoğlu Şehir Galerisi’nde açmış, çeşitli resimleriyle birlikte, birisini bizzat kendisinin dokuduğu 2 tane de halısını teşhir etmiştir. Aşağıdaki konuşma bu sergi dolayısıyla yapılmıştır.
– Bugünkü Türk resmi hakkında ne düşünüyor sunuz?
– Bu soru sadece Türk resmini ilgilendirmiyor. Bütün Türk sanatını, düşüncesini, kısaca bütün hayatını içine alan meselelerle dolu. Her şeyden önce Türk tarihine ve Türk şahsiyetine oturan yeni bir üsluba girmek mecburiyetindeyiz. Kısaca; fakat, galiba, biraz karışık etmeye çalıştığımız bu meselenin altında belki binlerce teferruat yatıyor. Türk resmi, mimarisinden, heykelinden, şiirinden, müziğinden ve bütün kültür müesseselerinden ayrı düşünülemez. Türk resmini yaratacak ressamın bütün bu hususları bilmesi onları yaşaması lazımdır. Bu ön düşünce ile şimdiki resmimize bakarsak (bu bütün sanat, kültür, ilim dalları içinde aynıdır) darmadağınık gruplar halinde bir dünya ile karşılaşırız. Birinci grup: Avrupa’yı en adi şekliyle kopya edenler. İkinci grup: Sözde bir Türk şahsiyeti ve üslubu araştırmasına girenler. Birinci grup için söylenecek pek çok şey yok. İkinci grup araştırıcılar ise alabildiklerine bir karışıklık, zıtlaşmalar içinde bocalamakta, bir kısmı bu fanteziler vasıtasıyla alabildiğine dünyalık temin etmek durumunda, bir kısmı büyük(!) sanatlarının takdirini bekleyerek pejmürde yaşamaktadırlar.
Bu grupların bir kısmı folklorcu… Sanat meselelerini kilimlerden alınıp turşuya dönüştürülmüş motiflerle hallettiklerini zannediyorlar. Bir kısmı Sümer, Eti kalıtlarındaki gelişigüzel ipuçlarından hareketle Türk resim şahsiyetine mutlak olarak eriştikleri kanaatindeler. Büyük sanatın teşekkülünde folklor unsurlarının rolünü inkar imkansızdır, ama folklor tek başına şuursuzca kullanılmakla bir milletin sanatını meydana getiremez. Benim anlayamadığım, Türk sanatının ana meselelerinden en mühimi olan Osmanlı devrinden sanat kültür adamlarımızın neden korktuğudur. Ne yaparsak yapalım Osmanlı kültür ve sanatı yeni, büyük Türk sanat ve kültürünün ana malzemesi olacaktır. Korkmak, endişe etmek, bizi sanat şahsiyetimizden uzaklaştıracak, ona varmamızı belirsiz müddetlerce uzatacaktır. Hemen şunu söyleyelim: Ben Osmanlı sanatının olduğu gibi devam ettirilmesine mutlak olarak karşıyım. Bunun için de Mimar Kemalettin’in Vakıf İş Hanı misalini vermekle yetineceğim. Mimar Kemalettin, aynen taklidin, bizi çıkmaza götürdüğünü çok açık gösterdi. Osmanlı sanatı, kültürü sadece ana malzememiz olacaktır, taklit edilecek mutlak örneğimiz de değil.
– Sizin Türk resim sanatına getirmek istediğiniz yenilikler nelerdir?
– Ben, az önce söylediklerimi tatbik etmeye çalıştım. Varmak istediğim yere ne kadar yaklaştım bilemiyorum. Yalnız çok gerilerde olduğum besbelli. Esasen bu iş fertlerin tek başlarına başaramayacakları çok girift meselelerle doludur. Biz belki çok uzun vadeli Türk sanat ve kültürünü meydana getirecek binanın basit çamur harcından bir parça olabiliriz.
– Serginizde halı çalışmalarınızı da gördük, bu çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
– Resim; çerçeve ile sınırlı, küçük bir satıh üstünde mücerret fanteziler halinde kalıyor, mutlak olarak hayata girmiyor. Biz resmi halı motifleri ile hayata sokmak istedik. Ama ne dereceye kadar muvaffak olduğumuzu bilemem. Teknik olarak halıların eskizlerini hazırlayıp hususi model kağıtlarına geçiririz. Sonra ısrarlı bir kontrol altında işçilere dokuturuz. Halılar Isparta kalitesindedir. Bir tanesini bizzat dokumak suretiyle halı dokuma tekniğinin inceliklerine de varmaya çalıştım. Böylece her resmin halıya tatbiki ile iyi neticeler alınamayacağı, halı için ayrı resim düşünmek icap ettiği neticesine vardım.
– Resmin kendi bünyesi içinde neler düşünüyor sunuz? Mesela, figüratif ve nonfigüratif meselesi hususunda?…
– Resim, malzemesi bakımından biçim ve renk olarak iki ayrılmaz unsurdan meydana gelir. Ressam hürdür, belki biçimlere, şahsiyeti itibariyle, renkten daha düşkün olabilir. Tabii tersi de… Ben ne biçimlerden fedakarlıkla renge, ne de renkten fedakarlıkla biçime önem vermemek taraftarıyım. Fakat tenkitçiler biçimin daha ağır bastığını söylediler. Resimlerimde heyecan verici hareketler içinde en güzel biçim ve renklere varmağa çalıştım. Figür meselesine gelince, peşin hükümlerle hareket etmeğe, herhalde, imkan yok. Figürlü veya figürsüz olarak büyük resme varılabilir. Bir resmin güzel oluşunun ana şartı figür değildir. Tarih içinde figürlü olarak da güzel resim yapılmış, figürsüz olarak da güzel resim yapılmıştır.
– Serginiz hakkında çeşitli gazetelerde yazılar yazıldı. Bu yazılar hakkında dokunmak istediğiniz noktalar var mı?
– Sergi için ciddi bir tenkid yazısına raslamadım. Gazetelerde kısa haberler olarak bazı yazılar çıktı. Yalnız benim en dikkatimi çeken taraf resimlerin ve halıların tahlillerinden ziyade, benim resim öğretmenliğim, tekrar vazifeme dönüp dönmeyeceğim, hangi vilayette öğretmenlik yaptığım üstünde ısrarla durulmasıdır. Eserlerimden birini gösteren fotoğrafın altındaki kısacık yazıda bile bu hususlar ısrarla belirtiliyor. Onun için beni şaşırtan bu durum karşısında ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Resimler güzel olabilir, çirkin olabilir, bizim beklediğimiz bunların belirtilmesi idi.
RASİM ÖZDENÖREN
MAVERA ylık Edebiyat Dergisi
Ekim 1977