«Bir öykü yazacaksın» demişti, öğretmeni Nejat’a… Yazmalıydı… Ama nasıl? Aklına da bir şey gelmiyordu bir türlü. Mevzu belliydi, «fakirlik, yoksulluk ve acı» üstüne olacaktı «öykü». Başka olamazdı zaten. Öykü demek, açlık, fakirlik, haksızlık, ölüm demekti. Eskiler öldü artık. Malûm ya: Sevinti, sınav, kınav öyküleri yazmışlar hep. Kafasında birşeyler canlanmağa başlamıştı; köyden ağanın kovduğu ırgatı yazmalıydı. Ağa, «namussuz, defol!» demeliydi ırgata…
Tamam. Öykü sökün etmişti artık; bilinç üstüne giderdi. Ağa aldı ırgatını, «haram olsun sana verdiğim nimetler, defol git!» dedi. Irgat güçsüzdü, bilinçsizdi, ne yapsın dı? Mağarasına geldi, Fadime’sini aldı, «hadi gidek!» dedi. Bohçalarım topladılar.
Of bu annesi de, işte yine bağırıyordu mutfaktan:
— «Neci!.. Canikom ne yapıyorsun, akşam evveli kahve altını ettin mi? Hadi kalk, küçük buzdolabında salam, sosis, tereyağı, kaymak, bal, sucuk, pastırma, pasta var. Sen alıver kahve altını, benim çok işim var, çamaşır makinesine «chat noir» kolonyası atıyorum, çamaşırlar çok güzel kokuyor. Ama sakın büyük buzdolabını karıştırma..»
Nejat kalktı, karnı da acıkır gibi olmuştu, bir kahve altı almalıydı; çilekli reçel, tereyağı, pasta ile, şöyle hafiften bir alıntı başladı…Öte yandan da düşünüyordu; bizim ırgatı nereye getirmeliydi. Ankara’ya getirelim, dedi; bir gecekonduya oturtalım. İçinden bir ses, «İyi ama, gecekondu da hemen hazır mı imiş?» diyordu. Fakat «boşver!» dedi öbür ses. Annesi de hiç haşlanmış hindi yumurtası bulundurmazdı bu dolaplarda. Tavuk yumurtasını da Nejat sevmiyordu işte… Öfkelenmişti; «Tuborg’lar nerde?» diye bağırdı…
Öyküye de devam edilebilirdi; Tuborg sağ elle tutulup alınırken, sol elle de yazardı. (Solaktı.) Hah! Aklına geldi! Sancılanmalı idi ırgatın karısı… Ve sancılandı da… Doğum sancısı idi bu… Sahi, unutmuştu Nejat; ırgatın karısı gebe idi, yukarıdaki satırlardan birinin arasına incecik yazı ile yazdı bunu. Kadın kıvranıyordu sancıdan. Irgat ne yapsındı şimdi? Başını iki eli arasına almış düşünüyordu. Karısı toprağa uzanmış debeleniyordu.
Kadın korkunç sancılar içinde kıvranırken çocuk dünyaya gelmişti. Toprak üstünde yatıyor ve alabildiğine bağırıyordu. «Irgat iyice şaşırmıştı.» diye yazdığı an Nejat, kapının kanarya gibi öten zili çaldı. Babaları doktor Mestiyar gelmişti. Doğum hastalıkları mütehassısı idi. Hususî muayene ve ameliyathanesinden geliyordu. Ve hemen şapkasını portşapo’ya asıp bağırdı:
— «Benim Efes Pilsen’leri getirin!» Nejat’ı gördü, dalgındı, önünde boş Tuborg şişesi vardı.
— «O… Neci!.. Niye Pilsen içmezsin? O millî…»
Nejat bozuk olarak:
«Benden bütün millîlere resto…» dedi.
Mestiyar gülüyor, hem de buzdolabından Efes Pilsen’ini alıyordu. Anne de geldi:
— «Ah, cicikom!.. Geldin mi?» deyip, öptü. «Mestiş, dedi; sana bugün Canan’lardan Skoç viski getirdim. Bak, büyük buzdolabında, gel, yorgun musun?»
Baba cebinden Palmal Amerikan sigarasını yaktı, koltuğa uzandı… Viskiyi görünce birayı unutmuştu. Müthiş yorgundu.
— «Şu bizim millet hayvan gibi, dedi; bi elli lira verecek, adamın anasını ağlatıyor… Muayene ettirmedik yerini bırakmadı. İşin yok sa, kitap gibi de reçete yaz. Yolsun eczaneler…»
— «Kaç hasta geldi?» Diye, sordu anne.
— «Yüzü fulledik» diye cevap verdi doktor.
— «Rânâ geldi mi cicim? Çok endişeliydi.»
— «Geldi. Bütün reçete ve uygulamaları yaptığı halde, ağırlığı 22,5 gram artması lâzımken, 2,5 gram artmış. Ağlıyordu, doğacak prenses için endişeli idi. Kâmil bey prensese Vaniköy’de bir yalı almış, tapusunu da üstüne yapmış.»
— «Ama şekerim, ya prens olursa?»
— «Valla bilmem, prenses olması lazımmış, adı da İnci imiş. Herif avukat, yanlış hesap yapacak değil ya!..»
— «Neci!.. Bizim Mimiş gelmedi mi? Diye sordu anne; küçük buzdolabında ona çukulata var. Antilop sütünden… Yeni çıkmış, bir-iki kilo aldım. Ne kadar da pahalı, 845 lira kilosu… Heriflerde de hiç insaf yok!»
— «Ey, sende şuna Mehmet de yahu!»
— «Demiycim işte!.. Neymiş o Mehmet? Yobaz adını koydunuz ona, Mimiş diyciim. Ha onu söyliyim; öğretmeni çağırmış, bugün gittim, harika bir Mimişiniz var diyor. Bir çift çorap göndericim.»
Konuşmalar uzadıkça Nejat’ın kafası karmakarışık oluyordu. Evet, çocuk doğmuştu toprağın üstüne ve ağlıyordu. Irgat şaşırmıştı, ne yapsındı? Nejat da düşünüyordu, şimdi ne yaptırmalı bunlara, sömürücüleri nasıl kötü göstermeli, öldürmeli dedi kendi kendine ve yazdı: Çocuk soğuktan kaskatı kesilmişti, sesi çıkmıyordu, ölmüştü, evet ölmüştü. Ağlıyordu ırgat, çocuğu kucağına almıştı, gözleri donuktu, bitmişti, hiçbir şey düşünemiyordu…
Nejat, «Öf, bunlar da» dedi, «bırakmazlar ki çalışalım…»
Büyük dolaptan bir Efes Pilsen aldı, açtı ve dikti… Babası, bugünkü Akşam ve Cumhuriyet gazetelerini okuyordu. «Şimdi kelimeleri gözden geçirmeli» diye düşündü; zira hoca, arı dilce olmazsa gazeteye koymazdı öyküyü…