Vakıfların, kuruluş maksatlarına uygun en güzel faaliyeti, restorasyondur. Yani, tamir ve kurtarma… Hemen söyleyelim ki, bu vazifeyi idare mükemmel bir şekilde yerine getirmektedir. Belki bazı okuyucumuz ve meslektaşımız birtakım küçük aksaklıkları öne süreceklerdir. Ama bu büyük işin içindeki ufacık aksaklıklar, «istisnalar kaideyi bozmaz» mesabesinde kalır.
Türk Vakıflar İdaresi, dünya çapında bir restorasyon tatbikatı çalışması vermiştir. Yapılan işleri misaller alarak vermeğe kalksak, kitaplar almaz. Biz, orta yaşlı okuyucularımıza, sadece Konya’nın İnce Minareli Medresesini, Karatay Medresesini hatırlatalım. Biz onların terk edilmiş şeklini, bir çöplük olarak gördüğümüz zaman, doğrusu şaşırmamıştık. Bu, devrin zihniyetinin tabiî neticesidir.
A) ASIL ŞAŞIRMA:
Asıl şaşırma, onları restorasyondan sonra yeniden gördüğümüz zaman oldu. Onların bugünkü hallerine geleceklerini en inandığımız insanlar bile söylese, yine de şüphe ile karşılardık. Ama işte Konya’nın bugün müze olarak kullanılan Selçuklu Şaheserleri ortada.
Konya misalini, Kayseri’lere, Sivas’lara kadar uzatabiliriz. Bilhassa İstanbul, Edirne, Bursa’daki dev tarihî yapılara verilen emekler, yapılan çalışmalar ne kadar övülse azdır.
B) AYRI BİR HİZMET SAHASI:
Biz burada, son ayların Vakıf restorasyon hizmetlerine dokunmak isteriz. Türkiye, ebat olarak büyük şaheserlerin yanı sıra, küçük ölçülerdeki şaheserlerle de doludur. Süleymaniye’lerin, Selimiye’lerin, Yeni Valide’lerin yanında, küçücük ölçülerdeki mescitler, sebiller, çeşmeler, imaretler…
Bu küçük ebatlı şaheserler, yer yer sadeliğin, yer yer de girift nakış, çini, ağaç oyma işçiliği müzeleri gibidir.
Büyük şaheserlerin restorasyon hizmetleri yanında, bu küçük eserlere bakılamamıştı. Şimdi dikkatimizi çeken bu eserlere de dönülmüş olmasıdır. İstanbul’un ara sokaklarında dolaşırken, terk edilmiş mescitlerin etrafındaki iskeleler bizi gerçekten memnuniyete gark etmektedir. Büyük ve muvaffak neticelerini gördüğümüz restorasyon ameliyesi, artık eski ustaların küçük çaplı şaheserleri üstüne de dönmüş bulunmaktadır.
Hatta bu işin, binaların klâsik devirden kalmalığına veya barokluğuna bakılmadan ele alınışı ayrıca övülmeye değer… Emanetlerin, ne olursa olsun kurtarılması ve yaşatılması tabiîdir. Ve bu anlayış tatbiktedir.
Meselenin ne kadar zor olduğunu da biliyoruz. Zorluk sadece teknikten, malzemeden gelmiyor. Asıl müşkilât, eski eserlere musallat çeşitli zihniyetteki insanlardan gelmektedir.
Bir yanda yok edici anlayış, diğer yanda da kendi keyiflerine göre, ilim ve teknik dışı metotlarla tamirler yapmak isteyen anlayış… Bu mevzuya dokunmayı vaad edip, Vakıflara bilhassa unutulmuş ve terk edilmiş şaheser emanetleri kurtarma gayretinden dolayı teşekkür edelim.